Pof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, Soyadı Kanunu’ndan sonraki süreçte doğan hikayeleri, “Cumhuriyet Tarihi Soyadı Hikayeleri” adını verdiği kitabında topladı.
Eski Cumhurbaşkanlarından Celal Bayar’ın torunu, Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, 1934’te kabul edilen Soyadı Kanunu’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti üzerinde yaşayan vatandaşların aldığı soyadlarının nasıl verildiğinin merakına düştü. Hikayelerin izini sürerek 6 – 7 yıllık bir araştırmanın sonunda “Cumhuriyet Tarihi Soyadı Hikayeleri” adını verdiği kitabı yazdı.
Prof. Naskali, kanunun kurucusundan ücra köşedeki köylerdeki vatandaşlara kadar herkesin hikayesinden bahsediyordu. Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı meclis kararı ile verildi. Atatürk ise, yakınlarının soyadlarını bizzat kendi el yazısı ile yazarak belirlemişti. Kitabında soyadının tarihini yansıtan hikayelere yer verirken, bir yandan da yanlış algıları düzeltmek istiyordu: “Soyadı kanunu ile gayrimüslim soyadlarının muhafaza edilmesine izin verildiğine dair yanlış bir algı var. Ermenilerde oğlu anlamına gelen ’yan’ ekine izin verilmediği gibi, ‘zade’ ekine de izin verilmemiş. Bunun nedeni toplumdaki eşitliği sağlamak, ayrıcalıkları yok etmekti”.
Soyadları nasıl alındı
İnsanlar aslında kendi soyadlarını seçebiliyordu; ancak anlaşmazlık ya da kararsızlık durumunda onlara soyadlarını nüfus memurları verdi.
Kimi yaşadığı bölgenin, kimi bölgede bulunan dağın, nehrin, derenin adını soyadı olarak seçmişti. Kimininse aile içinde yaşanmış bir olay bundan sonraki hayatında adının yanına ilişecekti. Öyle ki, durumu biraz daha kendi içinde dramatize edip, soyadını ömrü boyunca sakladığı bir sır olarak seçen de vardı. İnsanın olduğu her yer hikayelere gebe demekti sonuçta.
Genel anlamda her yaşananın hikayesini merak ederiz; ama pek azımız peşine düşeriz. Bu olayın peşine düşen isim de, Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali idi. Merakı, ona bir kitap yazdırdı.
Bu kitap nasıl yazıldı
Prof. Naskali, tanıdıklarından hikayeler dinleyerek çıktı yola. Olaylar ilginçleştikçe bunu derin bir araştırmaya çevirdi.
Öylesine dalmıştı ki ulaştıklarına, onu derine çeken hikayeleri paylaşmaya karar verdiğinde, 600 soyadı hikayesi çıkmıştı ortaya.
Kitabını 25 başlık altında yazdığı hikayelerden oluşturdu. “Cumhuriyet ruhu ile alınan soyadları”, “Göçmen hasreti soyadları”, “Akrabalar aldı diye alınan soyadları”, “Aile içi anlaşmazlıktan doğan soyadları” gibi başlıklar, hikayeler hakkında enfes ipuçları veriyordu.
Soyadı seçimlerinden hikayeler
Soyadı seçerken insanlar hayatından çok ilginç kesitlere yer veriyordu.
Örneğin, bir makinist “Biz trenle her yeri görüp geçiyoruz”, soyadımız “Görgeç” olsun demiş. Osmanlı Dönemi’nde kimsenin yakalayamaması ile nam salan bir eşkıya soyadını, “Uçkaç”; cüzzam hastalığı sebebiyle derisi dökülen bir tüccar, burnunu gümüşle kaplattığından “Gümüş” soyadını almıştı.
Köyün ilk ışıklı evinin ailesine “Işıklar”; donanmada iyi gözcülük edene “Keskin”; kahvede en çok çay içene de “Çaycı” soyadı verilmişti.
Bütün bir köy toplanıp birlikte karar verenler de vardı. Bir köy “İstiklal Marşı”nın sözlerini seçerken, bir başkası da madenlerin adını soyadı olarak almıştı.
Bunun yanında seçim konusunda kararsız köylüler için de nüfus memurları yollara düşüp, köy köy gezerek insanlara soyadı tayin ediyordu. Tazecik ekmekleri yapan fırının sahibine “Çıtır”, güleç yüzlü bir dedeye rastladığında da ailesine “Şen” soyadını kaydetmişti. Hatta bir köye vardıklarına kendilerine yemek ikram edilen memurlar, evin dedesi, “Ben tokum, yemeyeceğim” dediği için aileye “Tokkal” soyadını vermişti.
Acıdan doğan soyadları
Her hikaye öyle eğlenceli ya da spontane olmayabiliyordu; özünde acı olanlar da vardı.
Bir köye onarım için giden elektrikçiler, aniden bastıran yağmur ile işlerine ara vermişlerdi. İçlerinden biri ise yağan yağmura aldırmadan çalışmaya devam etti ve yıldırım çarpması sonucunda arkadaşlarının gözü önünde can verdi. Arkadaşlarının ölümüne hepsi çok üzülmüştü; ama en çok etkilenen yakın dostu idi. Arkadaşının anısında kendi soyadını “Yıldırım” olarak kaydettirdi.
Bu talihsiz olayın yanında şiddet dolu olanlar da vardı. Ömer, etrafında kıskançlığı ile tanınırdı. Bir gün karısının saçını taradığı sırada eve geldi. Karısı da gelenin eşi olduğunu anladığında saçını örtme ihtiyacı duymadı. Ancak adam bu duruma çok sinirlenmişti. “Demek başkası aniden gelse senin saçını görecek” diye cinnet getirdi ve karısının boğazını kesti. Bir zaman sonra tekrar evlendi ve bu evliliğinden doğan oğluna Süleyman adını verdi. Süleyman’a “Kanlı Ömer’in oğlu” diyorlardı ve Süleyman bu olaya ilgili hiç konuşmadı. Bu sebepten bu ailenin soyadı da “Söylemez” oldu.
(Hüseyin Nihal Atsız (sol) ve Abdülhak Adnan Adıvar (sağ))
Kanuna karşı çıkanlar
Soyadı Kanunu’nda soyadı seçmenin telaşına düşenlerin yanında karşı çıkanlar da vardı. Abdülhak Adnan, (Halide Edip Adıvar’ın eşi) duruma isyan edenlerden biriydi. Bir gün Atatürk’ün sofrasına gelen Abdülhak Adnan, duruma karşı tutumunu bildirdi. “Ben bilinen bir insanım, benim adım var. Şanım, şöhretim… Toplumca tanınan bir insanım. Ne demek oluyor bu soyadı almak? Benim adım var!” diye kurduğu cümlelerden sonra sofrayı terk etti. Oluşan zorunluluktan sonra soyadını “Adıvar” olarak kaydettirdi.
Bir diğer isim ise, sert mizacı ile tanınan Hüseyin Nihal’di. “Bu Batı özentisi nedir? Bizlerin lâkabı var, buna hiç gerek yok!” diye çok sert sözlerle tepkisini dile getirdi. Sonunda “Ben adsız değilim” diyerek adsız sözcüğünü evirdi ve “Atsız” soyadını kaydettirdi.
Cumhuriyet Tarihi Soyadı Hikayeleri
Emine Gürsoy Naskali
Doğan Kitap
S.: 268
Damla Karakuş
[email protected]